18 Mart 2012 Pazar

18 Mart | Çanakkale Savaşı

Savaş ne zaman nerede nasıl kimlerle geçti ben bunlardan bahsetmeyeceğim. Benim bahsedeceğim şeyler daha arka plandaki gurur tablolarıdır. Bir ordunun yüreğidir, cesaretidir, zekasıdır...

Nice savaşlara girip çıkmış bir neslin evlatlarıydı onlar. 14-15 yaşlarında savaş yollarını tutar oldular... Her birinin farklı öyküsü farklı anıları vardı. Osmanlıdan Anzaklara kadar hiç uğruna vefat eden evlatlardı onlar...

Hadi Osmanlı vatanını koruyordu, peki Anzaklar ? Ne işleri vardı oradan kalkıp buralara gelmişlerdi ? İngilizlerin bir eseridir bu da. Çeşitli oyunlarla kandırılarak buralara gönderilmiş insanlar...

Çanakkale Türküsü

Şimdi yukarıdaki linke tıklayarak türküyü de bir güzel dinleyin. Derin anlamları vardır. Bunları biraz sizlere açarak - baya eski bilgiler unutmuş ve ya şaşırırsam kusura bakılmaya - sizlerler paylaşacağız.

Çanakkale içinde aynalı çarşı


Neden aynalı çarşı ? Çünkü ingilizlerin kullandıkları silahların tepelerinde bir aynalı düzen varmış. Bunun sayesinde kafalarını siper alanından çıkarmadan Osmanlı askerlerinin çıkıp çıkmadığını görebiliyor ve ateş edebiliyorlardı. Yani biz bakmak için uğraşırken onlar bizi zaten görüyorlardı... Bu türküde çok şey yatılıdır iyi dinleyin ;)


Ana ben gidiyom düşmana karşı ! Gençliğim eyvah !


Yaşın kaç olduğunun önemi mi var ? Vatan toprağına giren düşman, ne seni sağ bırakır ne neslini. Yazık... Nice beyinler nice genç fidanlar filizler yok oldu yeşermeden...

Çok şeyler var Çanakkale de... Binlerce mermi düşüyor bir karış toprağa...  Rabbin yanımızda olduğu zamanlardan biridir Çanakkele. Öyle ya insanlar Peygamberi görüyorsa savaş alanında, O insandan sözler duyuyorsa bu sadece savaş değildir. He bunlara hurafe diyen beyincikler var. Güzel bir yazı yazacağım için küfretmiyorum sen kendine söv ;)

Öyle büyük gemiler, öyle büyük donanmalarla geliyorlar ki sanırsın kendi ülkelerini almaya geliyorlar. Mantığa bak “ Denizlere hakim olan dünyaya hakim olur.” İngilizler böyle bir mantıkla yola çıkmışlar ve tarihlerinde denizde mağlubiyet yaşamamışlar. Arkalarına almışlar Fransızları yürü ya kulum !!!


Gemilerden onlarca top günlerce atılmış durmuş. Ve biri bizim tabyaya isabet ediyor. Ortalık duman alanı. Yer yerinden oynuyor. Tabya mermilerin topların koyulduğu küçük bir tümsek gibi düşünün. Onlarca insan şehit. Biri zar zor ayağa kalkıyor. Her yanı uyuşmuş, insanlar dört bir yana savrulmuş. Peki ama ne olmuştu ? Etrafına baktığında anladı olanları. Tabyaya isabet eden top etrafı mahvetmişti. Seyid onbaşı bir şeyler yapması gerektiğinin farkındaydı. Sağına soluna baktı ve bir top gördü. Ancak bununda vinci hasar almıştı. 275 kiloluk mermi ona bakıyor, o mermiye bakıyordu. Rabbin adını kim bilir kaç kere aldı ağzına, kim bilir kaç kez yüreği diline emretti O'nun adını. Mermiyi sırtlandı kemik çatırdamaları duyulurdu. Topa koydu ve savaşın kaderini çizdi. Ocean zırhlı gemisi ağır yara aldı. Aslında bu yara onların psikolojilerinin yarası olacaktı...


-Aynı gün geç saatlerde Çanakkale Boğazı Müstahkem Mevki Kumandanı Cevat Paşa, ödül olarak Seyit' e onbaşılık rütbesini verdi. Merminin bir defada kendi huzurunda kaldırılmasını istedi. Bunun üzerine Seyit Onbaşı, Cevat Paşa' ya şu cevabı verdi: " Ben bu mermileri kaldırırken gönlüm, Allah'ın feyziyle doldu. Ancak bu kuvvetin sırrı o anda bana Allah' ın ihsan ettiği bir vergi idi. Bu ağırlığı kaldıracak kadar bir makam varmışsam bu dua ve rıza ile olmuştur. Ancak şimdi kaldırmam mümkün değildir kumandanım" - vikipedi


Savaş sıradan bir savaş değildi. Hasta gördükleri Osmanlının geçmişte neler yaptığını unutmuş gibiydiler. Günler geçiyor haftalar geçiyordu. Öyle ki savaş aralarında her iki tarafta yaralılarını toplamaya çıkıyor orada muhabbet ediyor bir şeyler paylaşıyorlardı... Savaşa katılan Anzaklar tamamen şaşkındılar, barbar olarak tanıtılan Türkler bunlar olmamalıydı. Daha neler göreceklerdi bilmiyorlardı...

İnsan geçmişiyle gurur duymalı, duymalı ki geleceğini görebilsin. Peki geçmişiyle bizim kadar gurur duyabilecek başka bir nesil var mı ? Belki İmparatorluktuk, zorla girdik. Ama amacımız ganimet değil, elimizdeki ganimeti onlarla paylaşmaktı bizim... Bugün Viyanaya girilmeyişine sevinen gavurlar girildiğinde gelebilecek huzuru bilmiyorlardı. Osmanlı her zaman huzur dağıtmıştı...

Neden bu kadar eminiz ? Neden savaşlarla övünüyoruz ? Çünkü asilce savaşıyoruz... Meydanda yaralanan bir düşman askerini sırtlanıp düşman siperine bırakacak kadar asilce savaşıyoruz. Ancak siperimize geri dönerken kalleşçe sırtımızdan vuruluyoruz. Asilce sırtımıza düşman yaralı askerlerinin kanı sürülmeşken, adice  vuruluyoruz...

Deniz sudan değil sanki kandan yapılmış gibi. Gidip görmeniz lazım. Anlatılırken o anı yaşıyorsunuz. Tepeden baktığınızda gemileri hayal edebiliyorsunuz. Rabbim bir defa daha görmeyi nasip etmeli herkese...

Arıburnu Muharebeleri

Arıburnu tam bir ilahi adalet. Tam bir güç gösterisi... Gece geç saatlerde gizlice denizden gelen düşmanlar arıburnuna yakın bir yerlerde fıçılarla kendilerine bir alan belirliyorlar. Sabahtan gelip bu yoldan çıkacak ve oradan da bizi sırtımızdan vuracaklar. Çünkü plan dahilinde olmayan bir yer. Her ne kadar Alman komutana Atatürk ısrarla söylese de dikkate alınmıyor... İngilizler sabah yola çıkıyorlar ve işaretledikleri yerden yukarı çıkmaya çalışıyorlar. Ancak belirledikleri yer ileri doğru kayıyor. Arıburnu öyle bir yer ki çıkması imkansız. Tüm gemiler boşalıyor ve askerler yukarı çıkmaya çalışıyorlar. Ancak ne mümkün ! Yukarıdan bunların hakkından geliyoruz.

Conkbayırı da Atatürkün ölmeyi emrettiği ve savaşın seyrini değiştiren olaylardan biridir.

“ Ben size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında, yerimize başka kuvvetler ve komutanlar kaim olabilir.” 


Kolay değil bu savaş, bu savaşlar... Hem düşmanla hem açlıkla susuzlukla savaş. Yediğin bir tas hoşafla düşmana karşı diren... 

Öyle olaylar oluyor ki inanılması güç, ancak gerçek... Tepeden aşağı doğru gelecek olan düşman askerleri. Sayıları belki on kat daha fazla bizden. Sisli bir bulut yaklaşıyor, sonrası ? Sonrası yok. Ortada ne askerler, ne de askerlerden geriye kalanlar... Cesetler ortada bulunmuyor, ancak listelerde adları var. Rab tüm varlığıyla yanımızda !

Kalleş İngilizler de tüm varlığıyla karşımızda, hastalarımızı toplarken vurmalar, hastanelere yasak olan saldırılara rağmen bize saldırmaları tepelerden çiviler sallamaları. İngilizler kalleş, İngilizler karaktersiz !

Daha fazla kayıp veriyoruz, ancak bir karış toprak vermiyoruz. Bugün hala vatan toprağında bütün özgürlüğümüzle yatıyor kalkıyoruz. Dökülen her damla kan bizlerin özgürce bir gün daha yaşaması belki de...

Asiliz, asil doğduk asilde ölüyoruz. Rabbin Mustafa Kemal Paşayı askeri zekayla donattığı bir askerimiz ve ordunun önemli mevkisinde bu yürekli genç adam var. Çanakkale Türkün gerçek bir hayat hikayesidir...

Peki neden kınalı kuzu derler bilir misiniz ? 17-18 yaşlarındaki genç bir askere mektup gelir. Mektubu komutan açar okur ve "kınalı kuzu" lafı dikkatini çeker. Çocuğu çağırır ve neden böyle dendiğini sorar. Çocuk bilmeyince eve mektup yazılır. Anne mektuba şu cevabı verir " komutanım bizim burada kuzular kurban edilecekken kına yapılır, bende çocuğumu vatan uğruna kurban ediyorum"... Bir annenin evladından ayrılış öyküsü.

Asillikten mi bahsetmiştik ? Buyrun ...


Mustafa Kemal Atatürk'ün 1934 Anzak Kutlamaları sebebiyle gönderdiği mesaj ülkeler arası dostluğu pekiştirmiştir:
"Bu Memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yanyana koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır, huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır."



Aralarda küçük hatalar ya da büyük hatalar da yapmış olabilirim. Rehberden dinlediğimden beridir yıllar geçti, zaman aktı ben büyüdüm, bilgilerim eskidi. Biraz derleme biraz bilgimle yazmaya çalıştım... Her şey için  Çanakkale Savaşı sitesine bir göz atınız.



Ey şerefli ecdat, bugün bu ülkede bu denli rahatsak bunu sadece sana borçluyuz... Seyid onbaşına gelince. Yıllar sonra evine döndü. Sakallarından kimse tanıyamıyordu. 

Ne mutlu Türk'üm diyene !




















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder